16 Aralık 2012 Pazar

BİR YAZ GECESİ RÜYASI




    William Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası” eserinde Eski Yunan kültürü ile Rönesans İngiltere’sinin birleşiminden ortaya çıkmış bir kültür anlayışı vardır; bunun etkilerini isimlerde de görebiliriz. Örneğin “Titania, Hermia, Egeus” gibi belirgin Yunan izleri taşıyan isimlerin yanı sıra “Robin, Bottom, Quince” gibi İngiliz dilinden alınmış isimler de kullanılmıştır.


    Esere baktığımızda gözümüze çarpan bariz bir tema vardır: aşk. Bu temayı açıp detaylarıyla incelersek oyuna hakim olan temanın “aşkın karmaşıklığı” ya da “aşkın zorluğu” olduğunu da söyleyebiliriz. Oyundaki çatışmanın çoğu aşk sorunlarından doğsa da ve oyunun içinde birçok romantik unsur bulunsa da “Bir Yaz Gecesi Rüyası” tam olarak bir aşk hikâyesi değildir. Aşık olanların yaşadığı acı ve eziyetlere bir bakıma mizahi bir üslupla yaklaşarak seyirciyi karakterlerin duygularından uzaklaştırır. Aşk hareket eden bir kuvvettir, kendi başına bir karakterdir. Çiftleri ve potansiyel çiftleri de hareket ettirir. Oyuna yaramazlık ve komedi katarak hikâyenin içinde ilerler. Ancak karakterler sihir dünyasına adım attıktan sonra bu aşkın gerçeklikle bütün ilişkisi kopar. “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nda perilerin girişi ile hikâye bir anda farklılaşır; rüyaların kullanımı da mekânın sahte ve hayali olduğu izlenimini verir.


     Bu romantik komedyanın tonu o kadar tasasızdır ki okuyucu her zaman bir mutlu son olacağına emindir; bu yüzden belirsiz bir sonun kaygısına kapılmadan rahatça bu küçük komedinin tadını çıkarabilir. Oyundaki dramın içine birçok mizah unsuru serpiştirilmiştir. Oyundaki karmaşık aşk tablosunu da başlı başına bu unsurlardan biridir.  Okuyucu için karakter-lerin aşka bağlı duygu ve hareketleri de eşit anlamda hayalidir. Bu durum özellikle periler ormanında geçirdikleri zamanda ortaya çıkar. Oyunun yer aldığı diyarda, gerçek bir aşk olgu-su kelimelerle anlatılmaz ve bu yüzden açgözlülük ve saplantı genelde “aşk” ile karıştırılır. Oyundaki değişken ilişkilere bakılırsa, aslında hikâyede geçen gerçek aşk kavramının sadece bir illüzyondan ibaret olduğunu görebiliriz.  




-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-



 “Bir Yaz Gecesi Rüyası” (A Midsummer Night’s Dream) 1909 yılında Fransa’da “La Songe d’une nuit d’été” adı altında siyah beyaz bir sessiz filme çevrilmiştir. 1909’dan 2005’e kadar İngiltere, Fransa, ABD, İtalya, Fransa, Çekoslovakya, Almanya, İspanya ve İsveç’te  36 tane TV ve sinema filmi çevrilmiştir. 1935’te William Dieterle ve Max Reinhardt'ın yönettikleri yapımı Oscar ödülüne aday gösterilmiştir. Filmlerin yanı sıra sayısız tiyatro oyunu olarak oynanmış ve birçok baleye konu olmuştur.




-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-



Sıradan, çirkin, çarpık şeyleri bile aşk değiştirebilir; biçimli ve değerli kılabilir. Aşık, gördüğünü gözleriyle değil; hayali ile görür. Kanatlı Cupid resimlerde işte bu yüzden kördür. Durup düşünme nedir hiç bilmez aşk. Kanadı var gözü yoktur; bakmadan uçar gider.

"Aşk bir çocuktur" derler ya, nedeni budur işte. 
Oyun oynayan çocukların ettiği yeminler gibi; aşk uğruna da yalan yere yeminler edilir her yerde... 



-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-







Peki Gerçek Aşk Var Mıdır?



Theseus ve Hippolyta


   Oyundaki sihir unsurlarının tanıştırılmasından önce oyunda gerçek aşkın sürekliliği ve gerçekliğini sorgulayan bazı ilişkiler vardır; bunların bazıları da karakterlerin aşk anlayışlarını ve aşka bakış açılarını görmemize yardımcı olur. Oyun küçük, ancak yine de önemli bir çift arasında geçen bir diyalogla başlar: Theseus ve Hippolyta. Bu çift insanlar aleminde yaşayan periler kralı ve kraliçesinin liderlik rolünün öne çıkmasına yardımcı olur; yani bu iki çift bir bakıma bağlantılıdır. Bu yüzden Theseus’un aşk olgusu, biraz daha gerçekçi olsa da, periler kralı Oberon’un eşi Titania ile olan ilişkisine olan bakışıyla paralel çizer. Oberon’un aksine Theseus Hippolyta’ya hitap ederken “aşk” kelimesini kullansa da Amazon’a karşı hissettiklerinin aşk – hatta gerçek aşk – olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur.

THESEUS :
Sana kılıcımla kur yapmıştım Hippolyta, seni bazen incitsem de yüreğini kazanmayı becerdim. Ama şimdi kılıcımı bir yana bırakıp zafer şenlikleriyle gireceğim yatağına.  (1.1.16-19)


Burada “zaferle” kelimesinin kullanımı hiçbir şekilde aşın varlığını göstermez. “Seni bazen incitsem de yüreğini kazanmayı becerdim.” sözüyle de gerçek aşk kavramı hakkında konuşmuyordur – artık boyun eğen, yenilmiş olan Amazon ile evlenme hakkına sahip olduğunu vurguluyordur.

Lysander ve Hermia

   Aşkın evlilikle; ve bir kocanın da galibiyetle bağdaştırılması Lysander ve Hermia’nın Theseus, ve Hermia’nın babası olan Egeus’u evlilikleri ve Lysander’ın seçilen Demetrius kadar iyi bir koca adayı olacağı konusunda ikna etme çabalarında da görülür. Konu Hermia ve Lysander’a gelince Theseus ve Egeus aşkı önemsemez. Hermia da konu evliliğe gelince aşkın önemsiz olduğunun farkındaymışçasına Lysander ile ilişkisini sorgulayan bu iki adama hiçbir şekilde aşk duygusundan bahsetmez. Demetrius da Hermia’ya olan aşkının Lysander’ınkinden daha büyük olduğunu söylemek yerine basitçe Egeus öyle dediği için Hermia’yla evlenmeye hakkı olduğunu savunarak bu fikri sağlamlaştırmış olur. Bu durumda Demetrius’un Hermia’ya karşı hiçbir gerçek duygu beslemediğini ve tıpkı bir iş anlaşması gibi sadece hakkı olduğu için onla evlenmek istediğini görebiliriz.

     Aşk teması baştan önemsizleştirilmiş olsa da oyunun ilk sahnesinde aşkın varlığına dair küçük belirtiler vardır.  Bu belirtiler yalnız kaldıklarında Lysander’ın “Tarihte de, hikayelerde de gerçek aşıkların işi rast gitmiyor” sözüyle başlar.  Bundan hemen sonra çift yeni bir hayata başlamak için kaçmaya karar verdiğinde bir unsur daha ortaya çıkar. Ancak bu “gerçek aşk” işin içine sihir katıldığında süreklilik göstermez; dolayısıyla bu duyguların sadece sevdalanma mı yoksa gerçekten aşk mı olduğunu anlamak zorlaşır.  

   Sonunda tekrar birlikte olsalar da sözüm ona aralarında olan gerçek aşk sarsılmış olabilir çünkü şüphe ikisinden birinin aklında hala yer kaplamaktadır. Lysander Hermia’nın gözleri önünde başka bir kadına olan sevgisini göstermiştir, ve bu da bu “gerçek aşk” duygusunu tamamen sarsmıştır.


Demetrius ve Helena

   Sihrin etkisi başlamadan önce aşkın anlamı üzerine gösterilen son bakış Helena’nın Demetrius’a olan saplantısında görülür. Onun bu çıldırtıcı duyguları da oyunun içindeki aşkın daha çok bir yanılsama olduğu gerçeğine ışık tutar. Helena kendi çılgın takıntısını aşk ile karıştırır ve Demetrius’un ona göstereceği ilgiye muhtaçlığı o kadar güçlüdür ki kendinin hem psikolojik hem de fiziksel olarak zarar görmesine gözlerini kapar.

HELENA:
Sen bunları söyledikçe ben seni daha çok seviyorum. Ben senin sadık köpeğinim. Bani ne kadar çok pataklarsan ben sana o kadar yaltaklanırım... Beni köpeğin farzet, isteklerimi reddet, vur, ihmal et, aç bırak ama sana layık değilsem de bırak yanında olayım.


   Helena’nın tek taraflı duyguları abartılı bir şekilde kendini ifade edişi birleştiğinde bir aşk kavramı ortaya çıkıyormuş gibi görünür. Helena’nın duyguları üzerine olan kararsızlığı sihrin etkisi altında olan Demetrius ve Lysander onun peşinden gittiğinde ortaya çıkar. Bu karmaşıklık ormandaki “rüya” bittikten sonra Demetrius’u hala kendine vurulmuş bulduğunda da devam eder. Oyunun sonunda Helena durumuna dair hiçbir mutluluk belirtmez. Ne onun ne de Demetrius’un duyguları gerçek aşk olarak değerlendirilebilir, çünkü Demetrius hala sihrin etkisi altındadır ve Helena hala arzuladığı kişinin duygu değişimi üzerine kafa karışıklığı yaşıyordur.


Oberon, Titania ve Bottom

   Diğer kusur ve duyguların aşk ile karıştırılması daha çok bir insanlık sorunu olsa da gerçek dışı, olağan üstü bir dünya olan periler dünyasında da bu durum görülür, ve gerçek aşkın yoksunluğu söz konusudur. Oberon ve Titania’nın ilişkisi daha çalkantılı bir evliliğin güzel bir örneğidir. Bu iki lider figür karşılıklı bir güvensizlik paylaşırlar ve bu da kıskançlık olarak yüzeye çıkar.

TITANIA :
Sen benim kocamsın da ben senin karın değil miyim?! Hem Periler Ülkesinden tüyüp bütün gün sevgilin Phillida'ya kaval çalıp aşk şiirleri düzdüğünü de bilmiyorum sanma... Şimdi burada ne arıyorsun? Tabii, fingirdek sevgilin Hippolyta Theseus'la evleniyor diye değil mi! Aklın sıra gerdek yatağına mutluluk, bolluk getireceksin.

OBERON:                                                                                                                                              Sende hiç utanma arlanma kalmamış Titania! Hem kendin Theseus'a abayı yak hem de Hippolyta yüzünden bana laf et! Sen değil misin herifçe oğlunu sevgililerinin koynundan çekip çıkarıp yıldızların altında önüne katıp götüren!

   Bu güvensizlik iki karakter arasında bir gerçek aşk olma ihtimalini zaten sıfırlar. Bu tamamen Oberon’un karısına yaptığı zalim bir şaka ve Titania’nın üzerinde bir hakimiyet kurma isteğine bağlı olarak gelişir. Her ne kadar barış içinde var olabilseler de aralarında aşk olma ihtimali yok olmuştur. Ondan istediğini almak için Titania’yı rezil etmek istemesi, ve bu yüzden onu bir başkasına “aşık etmesi” de Oberon’un Titania’ya olan duygularının aşkla alakalı olmadığını ve Titania’nın elindeki gücü kıskanmasından dolayı olduğu gerçeğini aydınlatır.



   
Titania ve Bottom’un ilişkisine gelince de bu ilişki zaten perilerin sihrinin yol açtığı bir şeydir. Puck Bottom’a bir eşek kafası verdikten sonra Oberon uykusunda Titania’ya bir aşk iksiri verir. Titania uyandığı anda bu garip yaratığa “aşık olur”.  Bu sahnede Bottom Titania’nın sevdiği kişi olmaktan korkmak yerine biraz garipsese de bu duruma hemen alışır. Titania’nın sevgilisi olma düşüncesini bir saniyeliğine bile kaçırmaz. Bunu bir anlamda Bottom’un fırsatçılığıyla bağdaştırabiliriz. Tabii ki burada bir komedi unsuru da devreye girer, çünkü periler kraliçesinin eşek kafalı bir adamı öpücüklere boğduğunu görürüz.



-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-


“Herkes aşık olunca acı çekiyor, iç geçiriyor, gözyaşı döküyor ve zavallı hayallerin peşine düşüyor madem, bizim elimizden de bir şey gelmez. Gerçek aşıklar bu acıları çekmeye mahkumlar madem, o zaman biz de birbirimize sabırlı olmayı öğretelim.”   ~Hermia




-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-


9 Aralık 2012 Pazar

HAYVAN ÇİFTLİĞİ



Hayvan Çiftliği: Bir Peri Masalı; orijinal adıyla Animal Farm: A Fairy Story, George Orwell tarafından Stalinizm rejiminin ağır bir eleştirisi olarak yazılmıştır. Orwell Totaliter rejimlere karşıt olan bir solcudur ve Sovyetler Birliği’nin kuruluşundan itibaren gerçekleşen önemli olayları mecazi ve mizahi bir anlatımla okuyucularına aktarmıştır. 

 

     1945’te Londra’da basılan kitap, çok olumlu eleştiriler almıştır. 2. Dünya Savaşı sıralarında kitap İngiltere’de sansürlenmiştir, çünkü İngiltere o dönemdeki müttefiklerini kızdırmak istememiştir.

 

      Hayvan Çiftliği, 1954’te Joy Batchelor ve John Halas tarafından renkli bir animasyon filmine uyarlanmıştır ancak CIA tarafından filmin içeriği değişikliğe uğratılmıştır. Daha sonra 1999’da John Stephenson tarafından bir televizyon filmine dönüştürülmüştür. Hayvanları ünlüler seslendirmiştir. 

 

Roman, 1954 yılında Halide Edip Adıvar tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. 

 

 

 

  Stalinizm Nedir?

      Stalinizm, Sosyalizmin bir varyasyonu olmakla birlikte Sovyetler Birliğini ve dünyadaki diğer komünist partileri şekillendirmiştir. Stalinist görüşte geniş bir sanayileşme ve kamulaştırma programıyla komünizmin kurulması düşüncesinin üzerinde duruluyordu. Sanayinin çok hızlı gelişmesi ve SSCB’nin 2. Dünya Savaşında galip gelmesiyle bu düşünceye dünyaya yayıldı ve Stalin’in ölümünden sonraki on yılda parti komünizmin kurulmasına alt yapı oluşturacak bu programı benimsedi.

 

Joseph Stalin
     Stalin 1928-1953 yılları arasında iktidara gelmiştir. Bu 25 yıllık süreçte 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş yıllarında Rusya tüm dünya için bir Sosyalizm örneğiydi; buna bağlı olarak dünyadaki tüm sol ifadeler buna kaydı. Bugün bile Rusya hala sol zihnin bir örneği olarak görülür. Ancak bu dönemden sonra Sosyalizm diye bir şey kalmamıştır; özellikle de Avrupa’da Marksizm ve Enternasyonalizme dönülmüştür.

     Stalinizm bir ideolojiden çok bir yönetim şekli olarak görülmüştür. Stalin ideoloji olarak “Marksizm” ve “Leninizm”i benimsemiştir ve kendisini Marks ve Lenin gibi teorisyen olarak değil Sovyetler Birliğinin kurucusu olarak gösterir. Ancak büyük Marksist eleştirmenler Stalinizm’in ne Leninizmle, ne de Marksizm ile bir alakası olduğunu söyler, çünkü Stalinizm’in Rusya’da bir çeşit bürokratik devlet Kapitalizmi olarak yaşandığını ileri sürerler.




-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-



"Bütün hayvanlar eşittir. Ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir." 

-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-





"Hayvanizm"in ilkeleri:


- İki ayakla yürüyenler hepsi kötüdür.

- Dört ayakla ve kanatla yürüyenler dosttur.

- Hiçbir hayvan elbise giyemez.

- Hiçbir hayvan yatakta uyuyamaz.

- Hiçbir hayvan alkol alamaz.

- Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldüremez.

  


Kim Kimdir?

Napoleon

Romanın en başından itibaren Napoleon yozlaşmış bir fırsatçı olarak karşımıza çıkıyor. Tüm erken toplantılarda bulunmasına rağmen Napoleon devrime hiçbir katkıda bulunmuyor – ideolojinin oluşumunda ve bununla birlikte gelen kanlı mücadelede, yeni toplumun kendini oturtma çabalarında hiçbir etkisi görülmüyor. Hiçbir zaman Hayvan Çiftliğinin gücüne bir ilgi göstermiyor ve sadece üzerinde sürdüğü hükmü umursuyor. Bu yüzden kendine yüklediği tek sorumluluk köpek yavrularının eğitimi, ve bunu da kendi çıkarı için yapıyor.  Napoleon, doğrudan Sovyet diktatör Joseph Stalin’in bir modeli olarak yaratılmış olsa da daha geniş bir açıdan bakarsak insanlık tarihi ve belirgin bir sıklıkla yirminci yüzyılda ortaya çıkmış tüm politik tiranları sembolize eder. Adaşı da zaten onu yükselten demokratik prensiplere ihanet eden komünist lider, Fransız general Napoleon’dur.
  


Boxer 


Romandaki en sempatik karakter olan Boxer, işçi sınıflarının en iyi özelliklerini ortaya koyar: kararlılık, sadakat, çok büyük iş gücü. Ancak ne yazık ki bunlara ek olarak da işçi sınıflarının en büyük zayıflıklarını da barındırır; politik yozlaşmanın en açık örneklerini bile görememe, ve “aydın kesme” naif bir güvenle bağlanma. Boxer, domuzlar tarafından Bay Jones tarafından çalıştırıldığından çok daha fazla çalıştırlıyor ve çalışma koşulları da daha zarar verici oluyor. Ancak tüm bu çabayı göstermesine rağmen domuzlar için o sadece bir alet. Boxer, elit kesim tarafından yürütülen politik dramın altında görünmeyen tüm emekleri sembolize eder. Bit tutkal fabrikasındaki trajik ölümü ise domuzların ihanetinin büyüklüğünü öne çıkarır. Bu durum ayrıca da ölümüne yollanmadan önce çiftliği ayakta tutan kişinin Boxer olduğu gerçeğine ışık tutar.




Snowball


Leon Trotsky
Orwell, Snowball karakterine genel olarak pozitif bir kişilik yüklemiştir. Leon Trotsky’nin paraleli olarak yaratılmış olan Snowball tüm kalbiyle kendini Hayvan Çiftliği’nin altyapısını geliştirmeye ve Hayvanizm akımını yaymaya adayan heyecanlı bir ideolog olarak ortaya çıkar. Ancak ne yazık ki bu idealistliği onun düşüşüne yol açar. Sadece mantık ve konuşma becerilerine güvenen Snowball, Napoleon’un kuvvetine karşı koyamaz.  Orwell Snowball karakterini çekici bir “ışık” olarak aktarmış olsa da onu bir ideoloji haline getirmekten kaçınmıştır, ve ona bir takım ahlaki kusurlar yüklemiştir. Örneğin Snowball, domuzların diğer hayvanlardan üstün olduklarını kabul etmiştir. Ayrıca Hayvan Çiftliği’nden uzaklaştırılmasaydı  yel değirmeni gibi büyük projelere duyduğu saplantılı heyecan onu aşırı megalomanlığa götürebilirdi.


Orwell bu karakterle bize devlet yozlaşmasını engellemenin yolunun prensipli kimseleri yükseltmekle olmadığını göstermiş ve asıl yozlaştıran şeyin gücün kendisi olduğunu anlatmaya çalışmıştır.


Squealer


 Domuz Squealer dili ve konuşma sanatını kullanarak Napoleon’un davranışlarını ve politikalarını diğer hayvanlara kabul ettirme görevini üstlenmiştir. Bunu yapmak için her türlü yönteme başvurmuştur. Örneğin dili basitleştirme yoluna başvurarak koyunlara  “Dört ayak iyi, iki ayak daha da iyi!” sözünü ezberletmiştir, ve bu da konuyu tartışmaya kapatmıştır. Ya da dili fazla karmaşıklaştırarak eğitim görmemiş hayvanların kafasını karıştırmıştır. Bunun bir örneğini hayvanlara domuzların fazla süt ve elma yeme nedeninin çiftliğin “beyin çalıştırıcıları” olmalarına bağlaması ve bu yemekleri yoldaşlarının iyiliği için yedikleri fikrini kabul ettirmesinde gözlemleyebiliriz. Squealer sayesinde hayvanların beyninde bir kendine güvensizlik ve çaresizlik duygusu oluşmuştur ve buna bağlı olarak hayvanlar domuzların önderliği olmadan yaşayamayacaklarını düşünmeye başlamışlardır. Squealer’ın vicdan eksikliği ve liderlerine karşı olan tereddütsüz sadakati sözsel sanatlardaki ustalığıyla birleşince bu durumun onu herhangi bir tiranlık için çok iyi bir propagandacı yapacağını görebiliriz.

 

 

-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_

 

 İngiltere'nin ve İrlanda'nın bütün hayvanları,
 Bütün ülkelerin, bütün iklimlerin hayvanları,
 Kulak verin müjdelerin en güzeline,
 Düşlediğimiz Altın Çağ önümüzde.
 
 Er geç bir gün gelecek,
 Zorba İnsan devrilecek,
 İngiltere'nin bereketli topraklarında
 Yalnızca hayvanlar gezinecek. 
 

-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_

 

 

Pink Floyd’un “Animals” albümü konusunu George Orwell’in Hayvan Çiftliği kitabından alır. Roman Stalinizm’i eleştirirken, albüm Kapitalizm’i eleştirir. Domuzlar yöneticileri, köpekler kanun adamlarını, koyunlar ise halkı sembolize eder. Albümdeki “Sheep” şarkısındaki “Tanrı benim çobanımdır” sözü, Eski Ahit’teki “Psalm 23” ayetine gönderme yapar. 

 




Şarkılar:

- Pigs On the Wing (Part. 1)
- Sheep
- Pigs (Three Different Ones)
- Dogs
- Pigs On the Wing (Part 2)






-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_


  1999 - Animal Farm (Hayvan Çiftliği) - Fragman

 

-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_-_